All posts by Kadir Ustun

US and Turkey Diverge on Syria

This analysis was published as part of SETA DC Perspective series on October 3, 2013.

The US and Turkey have yet to develop a plan to deal with the monumental challenges the Syrian conflict poses to their interests. Finding common ground among regional and global stakeholders in Syria has already proven to be a challenging endeavor. While broad international consensus against the use of chemical weapons might have provided grounds for robust international action, the US reluctance to get involved in Syria resulted in a scaled back approach. In the wake of Syria’s violation of President Obama’s so-called “red line” on the chemical weapons use, Turkey declared its readiness to join a military operation against the regime with the goal of ending Assad’s rule and establishing a transitional government. The US administration’s preference for a deal with Russian to eliminate Syria’s chemical weapons highlights the lack of policy synchronization between the US and Turkey on Syria. The removal of chemical weapons is a critical yet only one component of a much larger and increasingly more complex set of problems created by the conflict. It is crucial for the US and Turkey to work out their differences if they are to contribute to a mutually beneficial resolution of the Syrian conflict.

Continue Reading

İRAN’IN AMERİKA AÇILIMI

Bu analiz 28 Eylül 2013 tarihinde Sabah Perspektif‘te yayınlanmıştır.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Amerika’ya dönük ılımlı mesajlar göndermesi nükleer kriz ve Suriye meselesinin çözümü konusunda Washington’da iyimser bir hava oluşturdu. İki liderin BM Genel Kurul toplantısında çok kısa da olsa görüşme ihtimali, Hamaney tarafından veto edilmiş görünüyor. Hem nükleer hem de Suriye konusunda ruhani liderin nihai karar mercii olduğu tartışmasız ancak Hamaney’in de nükleer konuda yumuşama sinyalleri vermesi ümitleri artırmış görünüyor.

Başkan Obama ile Ruhani arasındaki mektuplaşmanın basına açıklanması sonrasında, Washington Post‘ta yayınlanan yazısında Ruhani, ABD’ye diyalog çağrısı yaptı. İran’ın önümüzdeki dönemde yeni bir açılım yaparak uluslararası baskıyı azaltmak ve yaptırımları hafifletmek istediği görülüyor. Yazısında adeta Obama yönetiminin duymak istediği her şeyi söyleyen Ruhani’nin hiçbir şekilde nükleer silah peşinde olmadıklarını tekrarlaması önem taşıyor. İran uzmanları ve Amerikan tarafı beklentileri çok yükseltmemek adına ihtiyatlı yaklaşıyorlar ancak New York’taki BM toplantıları öncesinde peş peşe olumlu mesajlar veren Ruhani’nin Hamaney’in desteğini arkasına almış olması önemli.

Obama 2008’de savaş karşıtı bir kampanyayla başkanlık yarışı kazanmış ve İran’la ön koşulsuz görüşme yapacağını açıklamıştı. Hamaney Obama’nın başkan olduktan sonra kendisine yolladığı gizli mektubu ifşa ederek ABD’nin sözlerine değil eylemlerine bakacaklarını söylemişti. Bu davranış Obama yönetimi ve özellikle dış politika şahinleri tarafından kabul edilemez bir aşağılanma olarak kabul edildi. İlişkilerde yeni bir açılımın önüne set çeken bu gelişmenin ardından 2009 seçimlerinde rejimin Ahmedinecad’ı yeniden başkan ilan etmesini Yeşil Hareket’in sert bir biçimde bastırılması takip etmişti. Obama yönetiminin İran muhalefetinin yanında yer almaması, Washington şahinleri tarafından eleştirilmiş ve daha da önemlisi İran’la doğrudan müzakerelerin önüne ciddi bir engel olarak dikilmişti.

İran’ın UAEK’ya karşı şeffaf davranmayarak nükleer programı konusundaki endişeleri giderememesi ve ABD’ye meydan okumaya devam etmesi, Obama yönetiminin yaptırım kararıyla karşılanmıştı. İran Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuk çabalarıyla 2010 Mayıs’ında nükleer programı üzerinde belli sınırlamaları kabul eden bir anlaşmaya ilk defa imza atmıştı. Ancak Amerikan yönetimi Tahran Deklarasyonu’nu zamanlama ve içerik açısından sorunlu bularak reddetmişti. İran’ın nükleer meselesinin çözümünde ilk adım teşkil edebilecek bu anlaşmanın kabul edilmemesiyle bir fırsat daha kaçmıştı.

ABD’nin doğrudan uyguladığı yaptırımlarla, Rusya ve Çin’i de razı ederek uyguladığı uluslararası yaptırımlar birleşince, İran ekonomisi çok zor duruma girdi. İran rejimi bir yandan yüksek enflasyon ve ekonomik istikrarsızlıkla boğuşurken bir yandan da Esad rejimine maddi destek vererek ABD’ye bölgede meydan okumaya devam ediyordu. Suriye’ye verdiği destek yüzünden Türkiye’yle de ilişkileri soğuyan İran’ın Ruhani’nin liderliğinde daha farklı bir dış politika izlemesi kaçınılmaz görünüyor. Rafsancani’ye yakınlığıyla bilinen Ruhani’nin daha pragmatik ve uzlaşmacı bir dış politika izleyerek içeride ekonomiye nefes aldırmak istemesi gayet doğal.

Obama’nın Ortadoğu’da her türlü ciddi maliyetten kaçınması ve ne İran’a ne de Suriye’ye askeri bir müdahale yapmak istememesi, Ruhani’nin son diyalog çağrılarının karşılık bulabileceğine işaret ediyor.Diplomaside tıkanıklıklar olduğu noktada her iki taraftaki şahinlerin yönetimleri sıkıştırması söz konusu olacaktır. O açıdan fazla iyimserlikten kaçınmak lazım ancak İran’ın ABD’ye meydan okuma üzerine kurulu bir dış politikadan uzaklaşması, bölgenin mezhepsel kutuplaşma ve çatışmadan uzaklaşmasına yardım edebilir.

İran’ın Cenevre II görüşmelerine çağrılması da Suriye meselesinin çözülmesine giden yolda olumlu bir dinamik oluşturabilir. Elbette İran’ın Suriye’deki stratejik hedeflerinden vazgeçmesini beklemek yanlış olur. İran Esad rejimine bu kadar yatırım yaptıktan sonra ciddi bir geri adım atmayacaktır ancak Esad’ın kimyasal silah kullanması hem İran’ı hem de Rusya’yı rahatsız etmiş durumda. İran’ın her ay Suriye rejimine yarım milyar dolar civarında destek verdiği hesaplanıyor. İran ekonomisinin bu kadar zor durumdayken üstlendiği bu maliyet, Esad rejiminin her koşulda sonuna kadar destekleneceği anlamına da gelmeyebilir. Özellikle rejimin kimyasal silah kullanması, İranlılara Saddam’ın İran’a karşı kimyasal silah kullanmasını hatırlatıyor. Ayrıca bunun bölgeye yeni bir Amerikan askeri müdahalesini getirme ihtimali de İran’ı rahatsız ediyor. Dolayısıyla Suriye meselesinde İran’ın bölgeye dönük stratejik hedefleriyle Esad rejiminin yaptıklarını bağdaştırması pek de kolay değil.

Önümüzdeki dönemde İran’ın daha yapıcı bir dış politika izlemesi bölgenin hayrına olacaktır. Hem Suriye iç savaşının daha da derinleşmesinin engellenmesi hem de bölgedeki mezhepsel kutuplaşmanın bir nebze olsun azaltılması, ancak İran’ın yapıcı bir aktör olarak hareket etmesiyle mümkün olacaktır. Türk dış politikası açısından da tüm görüş ayrılıklarına rağmen İran’la Suriye de dâhil birçok meseleyi açıklıkla konuşabilmesi ve işbirliği yapabilmesi önem taşıyor.Ruhani’nin liderliğinde İran dış politikası daha az meydan okuma ve daha fazla işbirliğine dayanan bir çizgiye gelebilirse Türkiye’nin istikrar ve barışı önceleyen bölgesel vizyonuna katkıda bulunabilir.

GEZİ NEDENİYLE TÜRKİYE’NİN İMAJI YARA ALDI

SETA Washington DC Araştırma Direktörü Kadir Üstün, Gezi Parkı Protestolarının ABD kamuoyundaki Yanısmalarını Yeni Türkiye için değerlendirdi.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları (SETA) Vakfı Washington DC Araştırma Direktörü Kadir Üstün ile Gezi Parkı protestolarına ABD medyasının gösterdiği aşırı ilginin nedenlerini, protestoların ABD kamuoyu ve siyasetine etkilerini, kısa, orta ve uzun vadede Türkiye-ABD ilişkilerine muhtemelen etkilerini konuştuk…

Continue reading GEZİ NEDENİYLE TÜRKİYE’NİN İMAJI YARA ALDI

Witness Statement, “Turkey at a Crossroads: What do the Gezi Park Protests Mean for Democracy in the Region?”

Witness Statement, “Turkey at a Crossroads: What do the Gezi Park Protests Mean for Democracy in the Region?” House Committee on Foreign Affairs, Subcommittee on Europe, Eurasia, and Emerging Threats

Download the Statement in PDF

11 EYLÜL’DEN BOSTON MARATONU’NA ABD’DE İSLAMOFOBİ

Bu analiz 21 Nisan 2013 tarihinde Star Gazetesi Açık Görüş‘te yayınlanmıştır.

11 Eylül’dekinin aksine, Başkan Obama’nın Boston saldırısı sonrasında dikkatli bir dil kullanması ve insanları salt şüpheler üzerinden hareket etmemeleri için uyarması iyiye işaret. Ancak bu Amerikan Müslümanlarını yatıştırmaya yetmeyebilir zira işlemedikleri bir suç yüzünden dikkatli olmak zorunda kalacaklar.

11 Eylül 2001 sabahı bir yaşındaki oğlumu Manhattan’ın Yukarı Batı Yakası (Upper West Side) tabir edilen bölgesindeki kreşine bıraktığımda İkiz Kuleler’in birine bir uçağın çarptığı haberini almıştım. Arabayla kuleler istikametinde Henry Hudson Otoyolu’nda seyrederken Manhattan’ın güneyinden yükselen dumanları görmemek imkansızdı. Sol şeritten geçen güvenlik ve itfaiye araçlarının sayısı hayatımda görmediğim kadar fazlaydı. Radyoda ikinci bir uçağın diğer kuleye çarptığını ve iki ayrı uçaktan da haber alınamadığını öğrenmiştik. Yanımda oturan eşime ‘failler inşallah bizimkiler değildir’ demiştim. Bugün de Boston’da yaşayan Müslümanların benzer bir ruh hali içerisinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Continue reading 11 EYLÜL’DEN BOSTON MARATONU’NA ABD’DE İSLAMOFOBİ

İSRAİL’İN ÖZRÜ VE AMERİKA’NIN SURİYE POLİTİKASI

Bu analiz 13 Nisan 2013 tarihinde Star Gazetesi Açık Görüş’te yayınlanmıştır.

ABD’nin Türkiye-İsrail’in ilişkilerinin normalleşmesi konusundaki çabalarını ABD’nin Suriye politikasında ciddi bir değişikliğe gideceğine yormak isabetli olmayacaktır. ABD yönetimi için Suriye’de rejimin devrilerek yeni bir düzen kurulmasından ziyade krizin yönetilmesi ve bölgesel etkilerinin sınırlandırılması öncelik arz ediyor.

İsrail’in Başkan Obama’nın nezaretinde Türkiye’den özür dilemesi hem zamanlaması hem de rasyonalitesi açısından birçok tartışmaya neden oldu. Netanyahu’nun özür sonrasında Suriye meselesini gerekçe göstermesi İsrail kamuoyunun tepkisini kontrol etme girişimi olarak okunmalı ancak bu konu tek başına İsrail’in Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek istemesi için yeterli bir neden olmaktan çok uzak. Türkiye’nin özür konusundaki kararlı tavrı, İsrail’in Arap devrimleri sürecinde ortaya çıkan bölgesel istikrarsızlıkla birlikte giderek yalnızlaşmasına katkı sağladı. Barış Süreci’nden İran’ın nükleer programına kadar birçok meselede uzlaşmaz tavrıyla Obama’yı Ortadoğu’da zor durumda bırakan Netanyahu’nun bu özrü, İsrail’in bölgede giderek yalnızlaşmasına bir çare olarak gördüğü kesin. Normalleşme sonrası özellikle Suriye ve diğer bölgesel meselelerde Türkiye’yle diyalog kurma imkanı bulacağını hesaplayan İsrail, Türkiye’yle ilişkilerin 1990’lardaki seviyeye çıkmasının mümkün olmadığının da farkında. İsrail’in bölgede sert, uzlaşmaz ve sadece güvenlik odaklı politikaları devam ettikçe Türkiye’yle ilişkileri de sınırlı kalacaktır. Continue reading İSRAİL’İN ÖZRÜ VE AMERİKA’NIN SURİYE POLİTİKASI